16 Nisan 2025 Çarşamba

Bakü'nün Aşk Kokan Tarihi: İçerişehir'in Leyla ile Mecnunları

Ağustos ayının kavurucu sıcağında, güneş tam tepemdeyken Bakü'nün kalbi İçerişehir'e doğru bir yolculuğa çıktım. Çift Kale Kapısı'ndan içeri adım attığım anda, zamanın durduğu bir dünyaya geldim sanki. Restoranlar, oteller ve hediyelik eşya dükkanları adeta kapı ağzında sıralanmış, turistlerin ve yerli halkın keyifli sohbetlerine ev sahipliği yapıyordu. Her köşesi tarih kokan bu şehirde, ünlü Alev Kuleleri'nin modern siluetiyle eski dünyanın büyüsü bir araya geliyordu.

İçerişehir'in Tarihi Dokusu

Küçük bir tepe üzerine kurulu olan İçerişehir'in dar sokakları, güneşin yakıcı etkisinden korunmak için ideal bir sığınak sunuyordu. Evler, üzerlerinde yüzyılların izlerini taşıyor olsa da, ana cadde üzerindekiler estetik dokunuşlarla adeta ışıldıyordu. Meydandan uzaklaştıkça sessizlik çökerken, sadece birkaç kedi ve meraklı turist kalıyordu ortalıkta. Mahalle sakinleri, serin evlerinde akşamı beklerken, kapılarına astıkları notlarla sessizliğin korunmasını rica ediyorlardı.

Şirvanşahlar Sarayı'nın doğu kapısı, ya da halk arasındaki adıyla Murad Kapısı'nın önünde soluklandım. Kapının üzerindeki kitabede, 1585-1586 yıllarında Sultan III. Murad döneminde yaptırıldığı yazıyordu. Safevilerle yapılan savaştan galip çıkan III. Murad, Şirvanşahlar Sarayı'na bu güzel kapıyı hediye etmişti. İçerişehir'in en yüksek noktasında, Hazar Denizi'ne karşı yükselen bu kapı, adeta bir soluklanma noktasıydı. Önündeki seyir platformunda oturup, sessizliğin ve manzaranın tadını çıkardım.

İçerişehir'e gelenlerin mutlaka ziyaret ettiği iki önemli nokta bulunuyor: Şirvanşahlar Sarayı ve Kız Kulesi. Her ikisi de Şirvanşahlar döneminden kalma olan bu yapılar, şehrin tarihi dokusunu gözler önüne seriyor. Mütevazı bir yapıya sahip olan saray, 12-16. yüzyıllar arasında eklenen cami, hamam gibi yapılarla adeta bir külliyeye dönüşmüş. Halvetiyye tarikatının ikinci kurucusu Yahyâ-yı Şirvânî'nin türbesi de burada bulunuyor.

Azerbaycan'da 700 yıl hüküm süren Şirvanşahlar, Bakü'ye İçerişehir'i miras bırakmakla kalmayıp, dillere destan bir aşk hikayesinin yazılmasına da vesile olmuşlar. Nizami Gencevi, kendisinden sonra birçok kez yazılan Leyla ile Mecnun'u Şirvanşah hükümdarı Ahsitan'ın isteği üzerine kaleme almış.

Aşkın İzleri: Ali ve Nino

Leyla ile Mecnun'dan asırlar sonra İçerişehir, sınır tanımayan bir aşk hikayesine daha tanıklık eder. Bu sefer Mecnun Azeri genci Ali Han Şirvanşir, Leyla ise Gürcü kızı Nino Kipiani'dir. Ali Doğu'ya, Nino ise Batı'ya sıkı sıkıya bağlı olsalar da, tüm zorluklara rağmen birbirlerinin elini tutmayı başarırlar. Azerbaycan edebiyatında milli roman olarak kabul edilen Ali ve Nino, ilk defa 1937'de Kurban Said müstear ismiyle Almanca olarak yayımlanıp birçok dile çevrilmiştir. Eserin gerçek yazarının kim olduğu uzun bir tartışma konusu olsa da, Ali ve Nino, Kafkasların siyasi ve toplumsal yapısı, farklı kültürlerin, ırkların, dinlerin ve mezheplerin bir arada nasıl yaşadığı hakkında çok şey anlatır.

Romanın kahramanı Ali Han Şirvanşir, Nino'ya olan aşkı kadar İçerişehir'e de gönülden bağlıdır ve eser boyunca 20. yüzyılın başındaki Bakü'nün "Asya ve Avrupa" mühitleri hakkında ayrıntılı bilgiler verir:

"Şehrin eski surlarının ardına dış şehir yerleşmiştir. Buranın geniş caddeleri, yüksek binaları vardır. Petrol nedeniyle insanlar yağmurdan sonra biten mantarlar misali Bakü'ye akın ederler. Bu şehirde tiyatrolar, hastaneler, okullar, kütüphaneler vardır. Avrupa'nın coğrafi sınırı, dış şehirden geçer. Surların içinde kalan iç şehirde ise sokaklar, söğüt ağacının yaprakları ya da doğunun kılıçları gibi ince ve eğridirler. Camilerin yumuşak bulutları delen minarelerinin, Nobellerin petrol kulelerinden çok farklı şeyler oldukları hemen anlaşılır… Kitabımı kapatarak evin dümdüz olan damına çıktım. Oradan benim dünyam görünüyordu. Şehir kalesinin dev surları, sarayın kalıntıları, kapıların üzerindeki Arapça yazılar, labirent gibi sokaklarda salına salına geçen develer. Tam karşımda esrarengiz Kız Kulesi ve kulenin etrafına üşüşmüş turistler. Kalenin ardında kurşuni renkli hazar denizi başlıyordu. Ve onun ötesinde ıssız ama zengin fethedilmesi mümkün olmayan çöl. Dünyanın en güzel manzarası. Ben bu şehri bu eski kaleyi dar sokak aralarındaki küçük camileri seviyorum. Petrol kulelerini ateşe vermek iyi olurdu. Böylece yabancılardan kurtulmuş olurduk. Petrol kulesi yerine mavi çinili, güzel bir cami yaptırmayı yeğlerdim."

Ali Han gibi ben de küçük camileri çok severim ve İçerişehir'de görmek istediğim son yer Bakü'nün ilk camisi olan Muhammed Mescidi idi. Ancak kime sorsam bilir diye düşündüğüm camiyi bulmam pek kolay olmadı. Nedendir bilinmez herkes en yakınındaki mescide yönlendirince önce müzeye dönüştürülen Beyler Mescidi'ni sonra hediyelik eşya dükkanı yapılan Mektep Mescidi'ni ardından da Cuma Camii'ni ziyaret etmiş oldum. Neyse ki akşam olmadan kenarında köşesinde dolanıp durduğum Muhammed Mescidi'ne ulaştım ama ne yazık ki kapısı kilitliydi. Benden hemen sonra kalabalık bir Avrupalı turist kafilesi de caminin önüne geldi. Gün boyu yürüdükleri her hallerinden belli olan turistler rehberlerinin cami hakkında verdiği bilgiyi pür dikkat dinlerken ben de artık ağır ağır Ali Han Şirvanşir'in tanımıyla "dış şehre" doğru yol alıyordum…

İçerişehir, sadece tarihi yapıları ve kültürel zenginlikleriyle değil, aynı zamanda aşkın ve hoşgörünün de sembolü. Leyla ile Mecnun'un efsanevi aşkından Ali ve Nino'nun sınırları aşan sevgisine kadar, bu şehirde her köşede bir aşk hikayesi gizli. İçerişehir'i ziyaret etmek, sadece bir şehri değil, aynı zamanda bir kültürü ve bir yaşam tarzını keşfetmek anlamına geliyor. Bu büyülü atmosferde kaybolmak ve tarihin derinliklerine yolculuk yapmak için İçerişehir'i mutlaka ziyaret etmelisiniz.

İlgili Haberler